9 Temmuz 2022 Cumartesi

Kağıt I Mustafa Yıldırım (Öykü)


KAĞIT


Mustafa Yıldırım

01.01.2019


Kafe kahve kokusuyla dolmuş, sesler ise duvarlara çarpıp tabloların üstüne sürtünüp bütün bir mekanı kaplıyordu. Yüzler birbirleriyle buluşup kırgınlıkları, mutlulukları, umursamazlıkları yansıtıyordu. 

Fehmi alelacele işten çıkmış bütün yorgunluğunu da yanına alıp bir otobüse atlayıp buraya doğru yol almıştı. Zihnini toparlamaya çalışıyor, canlı nesnelere yöneltilmiş gözlerden örülü mekanda o cansız bir nesneye bakıp duruyordu. Oysa gün içinde bu anı beklemiş, verilen işleri her zamanki dakikliği ve görev bilinciyle yerine getirmişti. Günün sonunda kendi benlik ceketini giyeceği anı içten içe heyecanla bekliyordu. Günlük rutiniydi bu. Her sabah yedide kalkar sekize doğru işe gider; ama iş çıkışı gidip kağıdın önünde olacağı o anı beklerdi. Bugün de sabah yedide kalkmış hemencecik kahvaltısını yapıp sonra da çıkıp işe gitmiş, arkadaşlarıyla karşılaşmış hal hatır sormuş ve önünde biriken işlere dönmüştü. Her zamanki gibi bir gündü işte bugün de. İş bitimi otobüse atlayıp merkeze doğru yol alma hayali gün içinde onu canlı tutmuştu. 

Otobüs faslı onun için bir lezzetti adeta, ilhamını çoğu kez bu yolculuklarda bulurdu. Yollar onun için düşünme taşıtlarıydı. Zihninde okuduğu bir kitabı, bir mısrayı taşır, onu irdeler ve yolun bir kenarına yerleştirirdi. Bu olmazsa hemen bir yüzü kendine esir alır, baştan ayağa onu inceler ve içinin anılar tekkesine koyardı. Suretler bahçesinde gezinmek hayatı anlamlandırma araçlarından bir tanesiydi. Orada beliren bir çizgi çeşitli duyguların altının çizilmişliğinin ifadesiydi. Oradaki çizgilere dokunduğunu hissederdi Fehmi. Buradan yayılan rayihalar bazen çok huzursuz, tedirgin hissettirir; bazense orada neşenin alt satırlarını okur ve günü o çizgide beliren bir duyguyla yaşardı. 

İşten beş sularında çıkmış, Fatin’in bir yere gitme teklifini nazikçe reddetmiş, durağa doğru yol almıştı. Durakta birkaç öğrenci günün değerlendirmesini yapıyor ve gençliklerinin verdiği neşeyi oraya buraya boca ediyorlardı. Fehmi bu yüzlerle pek ilgilenmezdi, bilirdi ki o ham yüzler tecrübe denen ciltler dolusu yaşanmışlığı barındıramazdı; barındırdıkları sadece anlık duygu yükselişleri ve alçalışlarıydı. Fehmi çocuklardan gözlerini çevirdiğinde otobüsün geldiğini gördü. Araç tıklım tıklımdı, zar zor ortada bir yer bulup yerleşti. Dikkatle zihinini kurcaladı. Bir mısra aradı. Yoktu. Geçti. Kitapta okuduklarını düşündü, geçti. Son kozunu oynamaya karar verdi ve yüzlere çevirdi gözlerini. Bir sıcaklık aldı yürüdü üzerinde, yavaş yavaş terlemeye başladı, anlamsızlık çoğaldı yolcular arasında. Birtakım radyo cızırtıları, tıklamalar, ekranlar, duracaklar, tutunacaklar görüyor, duyuyor fakat bulamıyordu. Elinin ayağının boşaldığını hissetti, bir sersemlik vücudunu esir aldı. Gözlerini açıp kapadı, ayaktaydı, aynı yerdeydi, herkes aynıydı. Fakat yüzler, hayır yüzler yerlerinde değildi. Tekrar gözlerini açıp kapadı, hayır yoktu. Yüzlerin yerinde belirsizlik görüyordu, insanların yüzlerindeki kıvrımlar, keskinlikler kaybolmuş kaotik ve tanımlanamayacak bir ifade yerleşmişti. Kendini boğuluyor gibi hissetti, kulağı sadece birtakım sesler duyuyor ve onların ellerindeki ekranlardan geldiğini fark ediyordu. Yüzlere bakmaya cesaret edemiyordu. Başını yavaşça kaldırıyorken sadece bir ağırlığın altında bükülebilecek boyunlar gördü. Unufak olmuştu insanların boyunları, damarlar belirginleşmiş, yassı bir araziyi andıran bir yapıya bürümüştü. Gövde ile kafanın bağlantısı tıkanmıştı. Sanki kalp akla kendi ritmini iletemez olmuş, böylelikle yüzlerin alışıldık ahengi sağlanamamıştı. 

Zihninde alakalı alakasız bir şekilde sıralanıyordu düşünceler. Anlam vermeye çalışıyordu bu belirsiz, tanımlanmamış söz dağarcıklarına. Zihnini biraz olsun dinlendirebilmek için cama verdi yüzünü. Geçtiği güzergahta parklar, yürüyüş yerleri yeşille buluşur; insanlar neşe içinde buraları iş çıkışları doldururdu. Fehmi otobüsten dışarıya baktığında dünyanın ahvalini fark eder, gelip geçici olanın üzerinde durmanın beyhudeliğini görürdü. Bu görüntü içinde yol alırken insanların tutunmaya çalıştıkları heveslere şaşardı. Bazen o da o neşeye katılmak ister, hesapsızca bir durakta inmeyi düşlerdi. İçinde depreşen bu gelip geçici hisleri son durak ümidi bir süre sonra siler ve o manzaraya çok da haksızlık etmemek için oradaki neşeyi, hüznü, durağanlığı, hareketi gözlemlerdi. Ölümü yüzünde taşıyan dedeler en iyi arkadaşları torunlarıyla parklara koşar, bir köşeye siner çocukların neşesini kalplerine nakşederlerdi. Fehmi onlara hasseten ilgi gösterir, onların tecrübelerini okumak, kendine katmak isterdi. Fakat bugün bunların hiçbiri yoktu ve bu düş sanrısı artık onu haylamıyordu. Böyle düşünürken yolculuk bitmiş ve hemencecik onlarca kez yaptığı gibi ayakları onu kağıtlara dokunduğu yere götürmüştü.

Fehmi kağıda tekrar gözleriyle dokundu, pürüzlerini okşadı, mahrem mürekkebine dokunmadan bir köşeye geçip cebinden eski bir kitabı çıkarıp okumaya başladı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder